Tarım, Türkiye ekonomisinin ve toplumunun temel taşlarından biridir. Bu sektörde çalışan kadınlar, üretimin sürdürülebilirliği ve kırsal kalkınma açısından hayati bir role sahiptirler. Ancak, kadın çiftçiler, emeklerinin karşılığını tam anlamıyla alamamakta ve birçok yapısal sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Bu temel sorunları net olarak tanımlayamazsak, çözümleri üzerinde konuşmak da, anlamlı olmayacaktır. Öncelikle “toplumsal cinsiyet eşitsizliği” konusuyla başlamak faydalı olabilir. Kadın çiftçiler tarımsal üretimin büyük bir kısmını gerçekleştiriyor ancak ya yardımcı ya da çiftçi eşi olarak görülüyorlar. Bu da, doğal olarak kadınların yaptıkları işin görünmez olmasına ve resmi istatistiklerde yer almamasına yol açıyor. Halbuki, kırsalda kadınlar sabahın en erken saatinde kalkıyorlar, eğer hayvanları var ise, ilk önce onlar ile ilgileniyorlar. Çocukları okula gidiyorsa, onları uğurluyorlar. Daha sonra tarlaya gidiyorlar ve tüm gün burada çalışıyorlar. Akşam yorgun argın eve döndükleri, “ben çok yoruldum, bıktım” deme şansları zaten yok. Yemek, bulaşık kısacası tüm ev işleri onları bekliyor. Bu kısır döngü, yaşamlarının sadece gerçek bir kesiti. Bu kadınların aynı zamanda kendilerine ait tarım arazileri de yok. Eğer ailelerinden kalma yani miras yoluyla geçen toprakları yok ise, her şey erkeklerin yani eşlerinin üzerine kayıtlı. Bu durumda, kadınların zaten kredi, teşvik ve tarım desteklerine erişim imkanları hiç yok. Ben, topraklarımı genişleteceğim, daha fazla üretim yapacağım, kendi işletmemi kuracağım deseler bile, yeterli finansmana ulaşamadıkları için, her şey eşlerinin onayına bağlı. Çok kararlı, inançlı kadınlar bile olsalar, neler yapacaklarını çok iyi bilseler bile, eşlerinin onayını almadan, kendi başlarına bir girişime başlamaları pek mümkün de gözükmüyor.
Kadın çiftçilerimizin büyük bir çoğunluğu tarımsal yenilikler, modern ekipman kullanımı ve sürdürülebilir bir tarım için gerekli olan yeni yöntemler konusunda da yeterli bilgiye ve eğitime sahip değiller. Kendi ailelerinden gördüğü ya da mevcut eşiyle birlikte devam ettirdikleri yöntemler ile tarıma devam ediyorlar. Bu hem verimliliği düşürmekte hem de kadın çiftçilerin rekabet gücünü zayıflatıyor. Kendi imkanları ile ya en yakın pazara ürünlerini götürüyorlar, ya da eşleri tarafından karar verilmiş yöntemler ürünlerinin satışını izliyorlar.
Sosyal güvence, sadece çalışan kadınların değil, kadın çiftçiler için de önemli bir konu. Ama bu kadınlar, zaten sigortasız çalışıyorlar ve sosyal güvenlik hakları onlara hiç verilmedi ki… Ne sağlık hizmetlerine erişebiliyorlar ne de emeklilik hakları var. Gelecek yaşamları, yaşlılıkları için asla güvenceleri yok. Eşi yaşıyorsa, çocukları ona bakmaya yardımcı oluyorsa şansları var. Ancak bu da, ne kadar ekonomik imkanlara bağlıysa..
Neler yapılabilir sorusuna gelirse; birincisi kadınların mülkiyet haklarının güçlendirilmesi gerekiyor. Yasal düzenlemeler ile, kadın çiftçilerin kendi adlarına kayıtlı arazilerde üretim yapmalarına teşvik edilmelidir. Demesi kolay, haydi yapalım desek, bu kadınlar bunu kabul edecekler mi? Kadınlık öyle bir duygudur ki, kadınlar yaşarken bile “evlatlarını” düşünürler. Kendilerine verilecek bir tarım arazisini, hemen çocukları arasında paylaştırmayı düşünür. Onların geleceğini garanti altına almaya çalışır. Kendi geleceği, hiçbir zaman o kadar önemli değildir. Günümüzde sürdürülebilir tarımın önündeki en büyük engel, tüm verimli tarım arazilerinin, kazanç getirmemesi nedeniyle, ya da uğraşan kişinin az kalması nedeniyle, satıldığını ve bu alanlara inşaat firmalarının siteler yaptığını hepimiz biliyoruz. Peki sonra bu satışı yapan ailelerin neler yaptığını biliyor musunuz? Üç kuruşu aldıktan sonra, aile içinde bölüşülüyor, herkes payına düşeni alıyor. Bu para çok kısa zamanda tükeniyor, ve tüm aile bireyleri şehirlere göç etmediler se, komşu tarlaya “gündelikçi” olarak gidiyorlar. Göç edenlerin sorunu, çok daha ayrı bir konu. Hatta “vahim bir durum”. Sonuç tarlada gitti, aile yine perişan…
Ben inanıyorum ki, tarımın tüm bilgeliği, kadınların hafızalarında. Onlar yönetiyor, onlar hissediyor, onlar ekiyor ve biçiyor. O zaman diyebiliriz ki, kadınlara tarımsal eğitim programlarını artıralım. Teknolojiye erişimini kolaylaştıralım. Seminerler verelim, hatta tüm hibeleri onların almalarını sağlayalım. İyi de, kırsalda kadın kalmadı artık. Kadınlar, tarlada çalışmaktan ziyade, farklı iş kollarında çalışmayı daha fazla tercih ediyorlar artık. Tarımın yoğun emek isteyen, gecesi gündüzü olmayan “iş yükünden” bıktılar. Kazanç da olmayınca, eğitimleri artırsak ne olur, kimler katılacak bu etkinliklere.
Ancak bir gerçek var ki; kadın çiftçilerin güçlendirilmesi yalnızca bireysel hayatlarını değil, aynı zamanda toplumun genel refahını da artıracaktır. Bu nedenle, kadın çiftçilere yönelik politika ve uygulamaların artırılması, sürdürülebilir tarımın ve kırsal kalkınmanın temel taşlarından biridir.
