Tarımda Verimlilik ve Sürdürülebilirlik: Geleceğimiz İçin Bir Yol Haritası

Tarımda Verimlilik ve Sürdürülebilirlik: Geleceğimiz İçin Bir Yol Haritası

Tarım, sadece gıda üretimiyle sınırlı olmayan, toplumun ekonomik ve sosyal yapısını şekillendiren bir sektördür. İklim değişikliği, nüfus artışı ve doğal kaynakların tükenmesi gibi küresel sorunlar, tarımda hem verimliliği artırma hem de sürdürülebilirlik sağlama ihtiyacını doğuruyor. Bu yüzden, hem üreticiler hem de tüketiciler için daha dayanıklı ve sorumlu bir tarım sistemi inşa etmek bir zorunluluk haline geldi.

Hepimizin bildiği gibi; geleneksel tarım yöntemleri, yüksek su kullanımı, yoğun kimyasal gübre ve pestisit kullanımı nedeniyle çevre üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Toprağın doğal yapısının bozulması, biyolojik çeşitliliğin azalması ve karbon ayak izinin artması gibi olumsuz etkiler, bu yöntemlerin sürdürülemez olduğunu gösteriyor.

Ek olarak, iklim değişikliğinin getirdiği belirsizlikler (kuraklık, ani yağışlar, sıcaklık dalgalanmaları) tarımsal üretimi daha da zora sokuyor. Küçük ölçekli çiftçiler, özellikle değişen hava koşullarına uyum sağlamada zorlanarak büyük bir risk altında kalıyorlar. Peki o zaman, verimlilik ve sürdürülebilirlik için yeni yaklaşımlar bulmamız gerekmiyor? Şüphesiz EVET

Bunlar nelerdir? Akıllı tarım teknolojileri kullanmak. Bu sistemler, tarımsal faaliyetleri optimize ederek, verimliliği artırmayı hedefliyor. Bu teknolojiler sayesinde, çiftçiler ürün büyümesini daha iyi izleyebiliyor, sulama ve gübreleme süreçlerini daha hassas yönetebiliyorlar. “Yönetme” ifadesinin altını çizerek vurgulamak istiyorum çünkü; artık kontrol edemediğimiz hiçbir şeyi iyileştirme şansımız yok. Geleneksel yöntemler ile tarım yapmayı unutmak zorundayız. Bunun için “agroekoloji ve organik tarım” çok doğru bir çözüm ve yöntem. Doğal sistemleri dikkate alarak, gözlemleyerek, tarımsal uygulama yöntemlerini dönüştürmek zorundayız. Örneğin; toprağın yapısını korumak için örtü bitkileri ekmek, doğal gübreleme yapmak ve ekim nöbeti uygulamak gibi yöntemler hem ürün verimliliğini artırıyor hem de biyoçeşitliliği koruyor. Bunlar yeni yöntemler değil. Aslında, Anadolu’da yıllar boyunca bu yöntemler zaten kullanılıyordu. Ancak değişen şartlar, yanlış tarım politikaları, tüm bu doğal uygulamalardan bizleri uzaklaştırdı.

Sürdürülebilir bir tarım için suyun ve toprağın verimli kullanımı hayati önem taşıyor. Damla sulama, akıllı sulama sistemleri ve su toplama teknikleri sayesinde su tasarrufu sağlanırken, toprak iyileştirme çalışmalarıyla erozyon ve verimsizlikle mücadele ediliyor. Bu yöntemler, tarım alanlarının uzun vadede daha üretken kalmasını destekliyor. Ancak bir gerçek var ki, artık suyumuz da kalmadı. Farkında olsak da, olmasak da, “su fakiri bir ülke” konumuna geçtik. Kasım ayının neredeyse, ortasına geldik, yağmur duasına çıkacak bir durumdayız. Sizi bilmiyorum ama, her gün ben hava durumu programlarının karşısına geçerek, ne zaman yağmurlar başlayacak diye, pür dikkat ekran başındayım…

Tarımda verimlilik ve sürdürülebilirlik sağlamak, yalnızca üreticilere değil, tüm topluma fayda sağlayan bir dönüşüm yaratacağını unutmamız gerekiyor. Bu yeni yaklaşım, gıda güvenliğini artırırken çevreyi koruyarak gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmayı mümkün kılıyor. Toplum olarak sorumlu tüketim ve üretim bilincini geliştirerek, doğaya zarar vermeden üretim yapmanın yollarını desteklemeliyiz. Sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir bir gelecek için atmamız gereken en önemli adımlardan biri olarak öne çıkıyor.

Verimlilik artışı, iklim değişikliği ve doğal afetler ile de ilgili. Neden mi? Çünkü; ani sıcaklık değişiklikleri, kuraklık, sel ve fırtına gibi doğal afetler ürünlerin büyümesini ve hasat verimini olumsuz etkiliyor. İklim koşullarındaki bu dalgalanmalar, özellikle küçük ölçekli çiftçiler için ciddi bir risk oluşturuyor ve tarımsal üretimde öngörülemezlik yaratıyor.

Doğanın dengesini, sadece BİZ İNSANOĞLU’da bozmadı. Pek çok tarımsal zararlılar (böcekler, mantarlar, vb) ve hastalıklar, tarım alanlarında ciddi verim kayıplarına yol açıyor. Ve daha kötüsü, gelecek yıllarda hiç bilmediğimiz zararlılar ile de karşı karşıya geleceğiz. Geleneksel pestisit kullanımı, çoğu zaman kısa vadeli çözümler sunulacağı düşünüyordu, bu nedenle yıllardır bunları kullandık hatta miktarından fazla kullandık. Sanki çok verirsek, kökünü kurutacağız düşüncesiyle. Şimdi hem suyumuz hem de topraklarımız bu zararlı ilaçlar ile kirlendi. Önce buraları mı temizleyeceğiz, yoksa bu şekilde mi devam edeceğiz. Alternatif çözüm yok mu? Şüphesiz var, çiftçilerimize “biyolojik mücadele yöntemlerini” öğretmek ve uygulatmak zorundayız.

Ülkemizde, ne yazık ki, pek çok tarım işletmesi, modern ekipman ve teknolojiden yoksun. Çiftçilerimiz tarım uygulamaları konusunda yeterince bilgilendirilmemiş olmaları, yanlış ve verimsiz yöntemlerin kullanılmasına neden oldu. Üstelik, tarım sektöründe etkili destek sistemi, sürdürülebilirliğini sağlayamadı. Çiftçiler, bugün aldıkları destekleri, bir ikinci yıl alamadılar. Değişme kararlılıklarını yitirdiler. Yeterli finansal destekleri olmadığı için de, bildikleri yöntemler ile, komşu ne diktiyse, babadan dededen gördükleri yöntemlere başvurdular. Onlar mı hatalı ? Bir sorumlu bulmak zorundayız, neden bugünlere geldik diye !!

Haydi gelin şimdi, son duruma geçelim:

Türkiye’de mevcut tarım alanlarının büyüklüğü yaklaşık 23.4 milyon hektar civarında. Ancak, bu alanların önemli bir kısmı ekonomik veya fiziksel nedenlerle atıl durumda, yani tarımsal üretim için aktif olarak kullanılmıyor. Son yıllarda Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülen projelerle (örneğin TAKE Projesi), 2020-2023 yılları arasında yaklaşık 4.5 milyon dekar atıl tarım arazisi yeniden üretime kazandırılmış durumda.. Ayrıca, bu süreçte nadas alanları 2.1 milyon dekar azaltılarak ekili alanlar genişletildi. Diyebilir miyiz, hiç olmazsa bu alanlarımıza sahip çıkalım, ve atıl bu alanlarımızı şimdiden koruyalım. Diğer yandan da, diğer topraklarımızı organik maddece besleyerek, iyileştirmeye ve verimli hale getirmeye çalışalım. Bu mümkün ve yapılabilir. Ancak şartlar ağır ve uzun soluklu olmak zorunda.. Bugün başladık, yarın değişecek bir durum değil. Peki, neler yapılabilir, son umutla derseniz?

1.⁠ ⁠Sürdürülebilir Üretim Tekniklerinin Kullanımı: Atıl durumdaki arazilere uygun ürün rotasyonu, toprak iyileştirme yöntemleri ve iklim dostu tekniklerle üretim artırılabilir.

2.⁠ ⁠Destek ve Teşvik Programları: Çiftçilere tohum, gübre ve ekipman gibi konularda ayni ve maddi destek sağlanması (örneğin, hibeli fide dağıtımı gibi) önemlidir.

3.⁠ ⁠Mekanik ve Teknolojik Yatırımlar: Tarımsal mekanizasyon ve modern sulama tekniklerinin yaygınlaştırılması atıl alanların yeniden kullanımı için elzemdir

4.⁠ ⁠Katma Değerli Ürünlerin Üretimi: Özellikle tıbbi aromatik bitkiler gibi stratejik ve yüksek gelir getiren ürünlerin yetiştirilmesi hedeflenebilir.

5.⁠ ⁠Yerel ve Bölgesel Planlama: Her bölgeye özgü toprak ve iklim koşullarına uygun üretim planlaması yapılmalıdır.

6.⁠ ⁠Nadas Alanlarının Azaltılması: Geleneksel olarak boş bırakılan alanların, örneğin baklagil veya az su isteyen ürünlerle değerlendirilmesi sağlanabilir.

SONUÇ

Bu maddeler sadece, hani denir ya “cek cak işi” çok da haklısınız. Ben de, sizlere katılıyorum. Ancak, bir yerden başlanmalı. Planlı olmalı, havza bazlı çözümler sunmalı. Öncelikler belirlenmeli. Bu sadece tarım alanları ile değil, çiftçilerimiz ve bunu yönlendiren kurumlar ve işletmeler ile birlikte olmalı. Bu güçlü bir duyarlılık gerektiriyor. Hatta dirençli bir tutum. Bir eğitmen olarak, “CEZA”yı hiç sevmem. Motive eden araçları kullanarak, İKNA YÖNTEMLERİNİ kullanmayı tercih ederim. O zaman demek ki; bunun bir de cezai uygulamaları gerekiyor. Ne dersiniz, bu cezai uygulamaları hayata geçirecek ve durduracak, siyasi bir ERK var mı?

Kolay gelsin o zaman. O yok ise, bu yok ise, sürdürülebillir tarımdan nasıl söz edebileceğiz. Umutsuz sözler ile bitirmeyelim. Biz her zaman başarılı olmuş, küllerinden doğan bir ülkeyiz. Bence, yaparız ve yapacağız. Başka bir çaremiz de yok….

Sadece verimliliği artırmak için yada sürdürülebilir tarımı desteklemek için yapılacak olan çalışmalardan ziyade, gıdamızı korumak, geleceği güvence altına almak, kendi kendine yeten bir ülke olmak için, mevcut öncelikleri belirlemek, ortaklıklar ve paydaşlıklar oluşturmak, stratejik planları “eylem planlarına” dönüştürmek, ve bunları yapacak kişileri de, organize etmeyi unutmamak gerekiyor.

Paylaş:

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp