Uzun zaman oldu, ara verdim yazmaya. Her hafta sizler ile buluşmayı özledim. Yazacak konum belli bile olsa, konsantre olmakta zorluk çektim. Kıbrıs’ta bulunduğum süre, benim için büyük heyecan vericiydi. Sizler ile paylaşacağım konular birikti. Bunları sizlere aktarmak ve yeni bir gündem yaratmak için, içimdeki heyecanı görmelisiniz. Yavaş yavaş… Ancak öncelikle, geçtiğimiz gün katıldığım Çeşme Kent Konseyi- Su Ürünleri ve Tarım Komitesi’nden bahsedeceğim sizlere.
Kent Konseyi, kentteki önemli aktörleri bir araya getiren bir platformdur.
Kamu kurumlarının, sivil toplumun, meslek örgütlerinin, siyasi partilerin ve muhtarların temsilcileri, kent konseyinde bir araya gelir. Kent konseyi, her türden farklılığa açık olarak bir kentin büyük buluşma arenasıdır. Kent konseyi dışlayıcı ve ayrıştırıcı olmak yerine, olabildiği kadar çok kapsayıcı olma ilkesine dayalıdır.
Kent konseyinin hukuki dayanağı, belediye kanunudur (madde 76). Kent konseyinin ilk kuruluşu, belediye başkanının çağrısıyla olur. Ancak kent konseyi, belediyenin bir birimi, müdürlüğü veya uzantısı değildir. Sivil bir oluşumdur.
Kent konseyleri, demokratik katılımı kolaylaştırmak ve geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Türkiye’de kent konseyi, en önemli kurumsal katılım aracıdır.
Kent konseyinin temel işlevleri, kentteki çeşitli aktörlerden oluşan bileşenleri ve paydaşları ile kentteki sorunları ortak akılla tartışmak; farklı paydaşlar arasında uzlaşma ortamları sağlamak; kamu kurumları ile toplum kesimleri arasında yeni köprüler ve diyalog kanalları kurmak; demokratik katılımı geliştirmek ve sivil toplumu güçlendirmektir. Kent konseyi, kentte gönüllü dayanışmayı harekete geçiren ve en önemlisi “siyaset üstü” bir oluşumdur. Peki, o zaman bu kadar akılcı ve fayda sunan bu komiteler, yıllardır nasıl çalışıyor, ne kadar etkin olabiliyorlar sorusunu sormak gerekiyor?
Çok uzun yıllardır, çeşitli Sivil Toplum Örgütleri’nin içinde yer almaya çalıştım. Bazı grupların içine girdim, çok kısa bir süre sonra, önce cep telefonumu sessize aldım ve çıktım. Ancak bazı gruplar içinde kalmaya devam ettim ve aktif bir şekilde projelerin oluşmasına, hatta enerjinin devamlılığı ve sürdürülebilirliği için çalıştım. Neden bu şekilde bir yöntem izliyorum diye sorabilirsiniz. Çok da haklısınız. Çünkü, bizler Türk toplumu olarak, konuşmayı çok seviyoruz. Ve genellikle de çok konuşuyoruz. Sonuç odaklı olmaktan ziyade, konuları konuşuyoruz ve yine sadece konuşuyoruz. Belki akademisyen olduğum için, belki sistematik çalışmayı sevdiğim için, artık sorunları çözmeye yönelik olmayan gruplar ile olmama kararı aldım. Bu, belki sizlere çok sıcak bir söz gibi gelmeyebilir, ancak hayatımızda vaktimiz çok önemli. Bu zamanı değerlendirmek de, bu açıdan önemli ve tamamen grup dinamiklerine bağlı.
Gelelim, Çeşme’de ilk defa toplanan Kent Konseyi toplantısına… Ya da toplantı şekline.. Evet, toplantı şekli diyorum yeniden, çünkü yapılan ilk toplantılar, ilk defa yapılacak olsa bile, bir “GÜNDEM”i, olmalı. Gelen kişiler, neden geldiklerini ve kendilerinden neler beklendiğini bilmeli. Konuşmak ve kendini tanıtmak için değil, konunun özüne inerek, çözüm bulacak ve ne tür katkı koyabileceğini, ya bireysel ya da kurumsal desteğini sunabileceğini düşünerek hatta konuşma metinlerini hazırlayarak gelmiş olmalı..
Tarım konusu öncelikli bir konum oldu. Bu konuda, çok bilgili olmasam bile, deneyimli birisi olduğumu kabul ediyorum. Çeşme’de yaşıyorum ve sadece beldenin tarım ve gıda alanında yaşadığı sorunları gözlemlemenin dışında, bu beldede bulunan tüm otellerden, lokantalardan ve sitelerden çıkan bahçe ve gıda atıklarının dönüştürülmesi konusunda, ciddi bir sorun olduğunu görüyorum. Atık dönüşüm kutularının, ne kadar düzensiz ve bilinçsiz kullanıldığını görüyorum. Tarım yapmak isteyenlerin, mevsimlik işçi bulamadıkları için tarımı artık bıraktığını biliyorum. Çeşme’ye en yakın belde olan Urla’daki lüks retaurantların günlük sebze ve meyve ihtiyaçlarını bile, çok uzak şehirlerden getirerek, karbon ayak izini artırdıklarına tanık oluyorum. Ve her şeyden önce, temel sorunları çözmeden, Kent Konseyi’ne katılan kişilerin öncelikli sorunları istatistiki açıdan ortaya koymadan, bilimsel yöntemleri uygulamadan, “iş modellerini” oluşturamayacaklarına o kadar eminim ki…. Yine toplanılacak, yine konuşulacak, yine çözüm bulamadan, toplantılardan ayrılmış olunacaktır.
Bu sadece, tarım ile ilgili Komiteler için değil tabi ki.. Şehrin, beldenin sorunlarına gerçekten destek vermeye çalışan tüm komitelerin de iş yapış şekli olmalı. Sorunları süzgeçten geçirmek, öncelik sırasına koyduktan sonra, bunun bir fizibilitesi yapılması gereklidir. Kaynaklar ortaya konmalıdır. Yerel Yöneticiler, hukuki ve yasal sorunları nasıl çözecekleri konusunda kararlı olmalıdır. Şehirlerde bulunan, özel işletmeler, kurum ve kuruluşlar ile nasıl işbirliği yapılabileceği şematik olarak gösterilmelidir ve bunların rolleri tanımlanmalıdır. Bilimden ve akademisyenlerden nasıl yararlanılacağı belirlenmelidir. Eski yöntemleri yeniden denemek en büyük hatadır. Zaten bu yöntemler işe yaramış olsaydı, bu sorunlar yaşanmamış olacaktı. Yeni bir söz söylemek lazım diye bir nakarat vardır, bu nedenle yeni yöntemler üzerinden konuşmayı öğrenme zamanıdır.
Bir şehir için, kent konseylerini önemsiyorum. Demokratik bir katılım için, şehre sahip çıkmak için, çok sesliliği yaşamak ve tüm grupların ortak akıl süzgecinden geçirildikten sonra alınacak kararların, sürdürülebilir ve dirençli bir toplum olmak için, bencilce veya bireysel değil de, her konuda sahiplik ve aidiyet sağlayacak şekilde kurgulanması dileğiyle…
