SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK KÜLTÜRÜNÜ YARATMAK 

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK KÜLTÜRÜNÜ YARATMAK 

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK KÜLTÜRÜNÜ YARATMAK 

Genel bir ifadeyle, günümüzde; “Sürdürülebilirlik” kavramı, mevcut ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamak için kaynakları etkin bir şekilde kullanmayı ve doğal dengeleri korumayı amaçlayan bir yaklaşımdır. Bu kavram, çevresel, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla birlikte ele alınmaktadır. Çevresel sürdürülebilirlik, doğal kaynakların verimli ve dengeli bir şekilde kullanılmasını, biyoçeşitliliğin korunmasını ve çevresel etkilerin minimize edilmesini içerir. Ekonomik sürdürülebilirlik, kaynakların etkin bir şekilde kullanılmasıyla birlikte ekonomik büyüme ve kalkınmanın devamını sağlayacak sistemlerin oluşturulmasını kapsar. Sosyal sürdürülebilirlik ise toplumun refahını ve adaletini gözeten, insan haklarına saygılı, eşitlikçi ve kapsayıcı bir yaklaşımı ifade etmektedir. 

Sürdürülebilirlik kavramının ilk olarak nerede ve nasıl kullanıldığı kesin bilinmemekle birlikte sürdürülebilirlik düşüncesinin ortaya çıkış ve gelişimi Ortaçağ’a hatta Yunan mitolojisine kadar gitmektedir. Yunan mitolojisindeki yeryüzü tanrıçası Gaia’da ortaya çıktığı düşünülmektedir. Gaia, bütün varlıkları, kendi çocukları gibi besleyip bakan bir tanrıçadır.   Bütün her şey ondan türemiştir ve ölünce yine ona dönecektir. Eski Yunanlılar ülkenin genel görünümüne bakarak, yöneticilerin Gaia tarafından ödüllendirileceğine veya cezalandırılacağına inanmaktadırlar. Bu nedenle yapılan tüm icraatlar, olumlu sonuçlar ile sonlanmak durumundaydı. 

Sürdürülebilirlik düşüncesi, yoğun bir şekilde 19.yüzyılın başlarında, Arthur Young tarafından, 1804 yılında yayınladığı General View of Agriculture of Hertfordshire adlı kitabında, tarımsal toprakların komünal sistemle işlenmesinden bireysel sisteme geçilmesiyle birlikte, tartışılmaya başlanmıştır. 

Ekolojik anlamda sürdürülebilirlik düşüncesinin artması ise, 1960’lı yıllarda dünyanın gündeminde olan kalkınmacı ideolojinin yol açtığı sorunlar ile 1970’li yıllardan itibaren gelişen çevre hareketinin kazanımları ile şekillenmiştir. Ancak hiçbir zaman, çevrenin tahrip edilmiş olduğu bu söylevler içinde sorgulanmamıştır. 1962 yılında Rachel Louise Carson tarafından kaleme alınan, 2.Dünya Savaşı sırasında askerler tarafından kullanılan bir böcek ilacı olan DTT’nin ayrım gözetmeksizin kullanılmasının neden olduğu çevresel zararları konu alan Silent Spring (Sessiz Bahar) isimli kitabı, Batı dünyasında büyük yankılar uyandırmıştır. Büyümenin Sınırları (Limits to Growht), Roma Kulubü’ne mensup bir grup sanayici ve entelektüel tarafından 1968 yılında, ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü araştırmacılarına ısmarlanan araştırmada: “Bugün hakim hale gelen 5 değişken, hızlı nüfus artışı, şu anki gıda üretimi paterni, sanayileşme hızı, çevre kirlenme düzeyi ve yenilenemez doğal kaynakların tükenme hızı bugünkü seyrinde ilerlerse, önümüzdeki yüzyıl içinde bizleri nasıl bir gelecek bekliyor?” sorusunun yanıtları bulunmaktadır. 1972’yi takiben sadece 10 yıl içinde pek çok Batı ülkesinde birbiri ardınca kurulan yeşil partiler ekonomik büyüme paradigmasını çok daha cesaretle eleştirmeye ve sıfır büyümeyi savunmaya başladılar. 

1972’de, İsveç-Stockholm’de BM İnsani Çevre Konferansı’yla birlikte çevre sorunları uluslararası gündemi meşgul etmeye daha fazla başlamıştır. 1973’de Dünya Savaşından sonra, dünyada yayınlanan en iyi 100 eser arasında yer alan, E.F.Schumacher “Küçük Güzeldir” isimli kitabında, kapitalist ekonomik sistemin yol açtığı sorunlara, önceliği insana veren bir ekonomi arayışı için bir takım öneriler sunmuştur.  

Sürdürülebilirlik düşüncesinden, sürdürülebilir gelişmeye geçişiyle birlikte, BM Çevre Programı ve Dünya Koruma Stratejisi (1980), Ortak Geleceğimiz (Brundtland) Raporu (1987), Rio de Joneiro (1992), Avrupa Birliği 5.Eylem Programı (1992), Sürdürülebilir Gelişme Komisyonu (1993), Nüfus ve Kalkınma Konferansı- Kahire (1995), İnsan Yerleşimleri Konferansı-İstanbul (1996), Rio+5 Forumu (1997), Sürdürülebilirlik Konferansı- Johannesburg 2002’de yapılan tüm toplantılar sonucunda, ülkelerin ulusal sürdürülebilir gelişme stratejilerinin en kısa sürede oluşturmalarının gerekliliği; kamu, sivil toplum ve özel sektörün kurumsal sorumluluk ve duyarlılıklarının geliştirilmesi; uluslararası anlaşma hükümlülüklerine uyulması; yoksulluğun önlenmesi; fosil yakıtlara olan bağlılığın azaltılması; biyolojik çeşitliliğin korunması gibi pek çok karar deklare adilmiş ve çevreye duyarlı ülkelerce de tüm alanlarda başlanmış olundu. Kısacası “Sürdürülebilirlik” kavramı artık bugünün değil, geleceğin önemli bir konusu haline geldi ki, günü yaşarken planlı olmayı gerekli kıldı.

 

İşletmelerde Sürdürülebilirlik Kültürü: Geleceği İnşa Etmenin Anahtarı

Günümüz dünyasında sürdürülebilirlik artık sadece çevresel bir sorumluluk değil, aynı zamanda işletmelerin uzun vadeli başarısının temel dayanaklarından biri haline gelmiştir. Sürdürülebilirlik kültürü, kurumların yalnızca doğaya karşı değil; çalışanlarına, tedarik zincirine, topluma ve geleceğe karşı da sorumluluk bilinciyle hareket etmesini sağlamaktadır. Böyle olunca da, bir işletmenin kültürel yapısı hatta işletmenin ilk kuruluşundan itibaren, sürdürülebilirliği temel alan bir organizasyonel yapının oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Çünkü işletme kültürü; İşletmenin çalışma şeklini veya faaliyetlerinin sonucunu etkileyen, belirli insan topluluklarınca oluşturulan ve işletme çalışanları tarafından benimsenen değerler, inançlar, beklentiler, normlar, semboller bütünüdür.  İşletme kültürü öğrenilmiş veya sonradan kazanılmış olabilir. Çalışanlar tarafından paylaşılır, yazılı bir metin olmasa bile düzenli bir şekilde tekrarlandığı için bir davranış kalıplarına dönüşür. Tarihi, mitleri ve kahramanları, törenleri ve bunlara bağlı olarak politika ve prosedürleri vardır. Tüm bunlar sonunda, bir kurumsal kimliğe ve kurumsal imaja dönüşür. Günün şartlarına göre evrilir, değişir ancak temel normlar sürdürülebilir halde kalır. 

Sürdürülebilirlik kültürü, bir işletmenin karar alma süreçlerinde çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) faktörlerini gözeterek, tüm paydaşlara değer katmayı amaçlayan bir zihniyet ve davranış bütünüdür. Bu kültür, şirketin misyon ve vizyonuna entegre edilmiş, yönetimden çalışanlara kadar tüm kademelerde benimsenmiş bir anlayışı ifade eder. Bu kültürü oluşturmak uzun vadeli ve stratejik bir süreçtir. Bu süreçte:

  1. Liderlik ve Vizyon: Üst yönetimin sürdürülebilirlik hedeflerini sahiplenmesi ve bunu açık bir vizyonla işletme geneline yansıtması gerekmektedir.
  2. Eğitim ve Farkındalık: Çalışanların sürdürülebilirlik konularında eğitilmesi, bilinçli ve sorumlu kararlar alabilmeleri açısından gereklidir.
  3. Politika ve Uygulamalar: Kaynak kullanımından atık yönetimine, enerji verimliliğinden tedarikçi seçimlerine kadar her alanda sürdürülebilirlik odaklı politikalar geliştirilmelidir.
  4. Performans Ölçümü: Sürdürülebilirlik hedeflerinin net göstergelerle ölçülmesi ve şeffaf raporlanması işletme içi hesap verebilirliği gerekli kılmaktadır.

Bu kültürel Dönüşüm zorluklar getirdiği kadar, işletmelere büyük avantajlar da sunmaktadır. Bunlardan birincisi; rekabet avantajı sağlayacaktır. Günümüzde daha bilinçli olan tüketiciler, sürdürülebilirliği benimseyen işletmeleri tercih etmeye başlamışlardır. Bu önemli bir fırsattır. Tercih edilen işletmeler içerisinde olma fırsatı, işletme için uzun vadede itibar ve kazançlarını artırma imkanı sunacaktır. İkincisi, yeni kuşak çalışanlar artık sosyal ve çevresel değerlere duyarlı işletmelerde çalışmak istemektedir. Bu da, yetenek çekimini kolaylaştıracaktır. Üçüncüsü ise, bu misyonu kabul eden işletmeler iklim kaynaklı operasyonel riskleri minimize ederek, regülasyonlara daha kolay uyum sağlayacaklardır. 

Sürdürülebilirlik artık “yapılması gereken” bir görev değil, iş dünyasında başarıyı ve dayanıklılığı sağlayan temel bir stratejik unsurdur. Kültürün bu yönde dönüştürülmesi, yalnızca bugünü değil yarını da güvence altına alır. Bugün atılan her adım, hem işletmenin hem gezegenin geleceğini yeniden tanımlar.

 

Tarım ve Gıda İşletmelerinde Sürdürülebilirlik Kültürü: Topraktan Sofraya Dönüşüm

Tarım ve gıda sektörü, doğrudan doğaya, insana ve toplumun geleceğine dokunan nadir sektörlerden biridir. İklim değişikliği, su ve toprak kaynaklarının tükenmesi, gıda güvenliği gibi küresel sorunlar, bu alanda faaliyet gösteren işletmelerin sürdürülebilirlik kültürünü içselleştirmesini artık bir tercih değil, zorunluluk haline getirmiştir.

Tarım ve gıda işletmelerinde sürdürülebilirlik kültürü, üretimden tüketime kadar tüm değer zincirinde; çevreye duyarlı, etik değerlere bağlı, toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket eden bir kurumsal davranış sisteminin benimsenmesidir. Bu kültür yalnızca işletmenin içinde değil, çiftçilerden bayilere, lojistik firmalarından tüketiciye kadar tüm paydaşlarla birlikte inşa edilir. Çok paydaşlı bir yapıda, sürdürülebilirlik kültürünü geliştirmek neden önemlidir ve bunu geliştirmek mümkün müdür? 

Bu sektörde kilit rol oynayan aktörler bulunmaktadır. Tarımın sürdürülebilir olmasını sağlayan en önemli ve değerli kişiler çiftçilerimizdir. Bu kültürel yapılanmada, çiftçilerle uzun vadeli iş birliklerinin kurulması, onların bilgiye kolaylıkla erişimin sağlanması gereklidir. İşletmeler, adil alım politikaları, eğitim programları ve teknik destekleriyle çiftçileri mutlaka sürece dahil etmeleri gereklidir. 

Tedarik Zincirinin yeşil dönüşümü; enerji, su ve emisyon açısından oldukça yoğun bir süreçtir. Bu kültürel yapılanmada, tedarikçiler ile birlikte ambalaj, düşük karbon ayak izi ve atık azaltımı gibi alanlarda ortak hedefler belirlenmelidir. 

Verinin işlenmesi kadar, süreçlerin de birbiri ile entegre edilmesi ve uyumlu bir senkronizasyonun sağlanmasını gereklidir. Bu durum hem işletme içindeki departmanların ortak kararlar almasında, hem de çiftçinin ürününün fabrikaya gelinceye kadar ki, ürün lojistiği ile ilgili kararları etkileyecektir. Günümüzde tüketici şeffaflık istemektir. Gıda güvenliği kadar, üretim süreçlerinin şeffaflığı da tüketici de güven duygusunu artırmaktadır. Bu nedenle, etiketleme, sertifikasyon ve dijital izlenebilirlik çözümleri bu anlamla daha önemli hale gelmiştir. 

Ve işletme içindeki dönüşümün yani beyaz ve mavi yakalı tüm çalışanların, çevresel ve sosyal farkındalıkla karar almasını teşvik eden sistemlerin kurulması gereklidir ki; .  sürdürülebilirlik kültürü, kalıcı ve kökleşen bir yapıya dönüşebilmelidir. 

Tarım ve gıda sektörü, doğaya bağımlı bir sektördür. Tarım iklimden, sudan, ve toprağın sağlığından doğrudan etkilenmektedir. Bu yüzden doğayla barışık üretim olmazsa, işin kendisi de sürdürülemez hale gelecektir. Gıda güvenliği riski her geçen gün artmaktadır. Kalitesi veya hatalı üretim sadece maddi kayıp değil, aynı zamanda halk sağlığı için de riskler yaratmaktadır. İklim kaynaklı değişimler, dirençli üretim sistemlerinin oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle; Tarım ve gıda işletmelerinde sürdürülebilirlik, yalnızca teknik bir dönüşüm değil, insan odaklı, değer temelli bir kültür değişimidir. Bu değişim, tarladan başlayan ve sofrada biten bir sorumluluk zinciridir. Bugünün bilinçli adımları, yalnızca verimliliği değil, geleceğin gıda güvenliğini de garanti altına alacaktır.

 

Sürdürülebilirliği Kültüre Dönüştüren İşletmeler

Sürdürülebilirlik raporlaması, bir şirketin çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) performansını sistematik olarak izlediği, değerlendirdiği ve bu verileri paydaşlarıyla şeffaf bir şekilde paylaştığı bir süreçtir. Bu raporlar, şirketlerin yalnızca finansal başarılarını değil, aynı zamanda topluma, çevreye ve ekonomiye olan katkılarını da göstermelerine olanak tanır. “Sürdürülebilirlik raporu” ve “ESG raporu” terimleri, giderek artan bir şekilde iş dünyasında önem kazanmaktadır ve bu raporlar, şirketlerin sürdürülebilirlik taahhütlerini ve performanslarını somut bir şekilde ortaya koymasını sağlayarak, işletmelerin sürdürülebilirlik kültürünün de, oluşmasına destek sunmaktadır.

 Modern iş dünyasında şeffaflık ve hesap verebilirlik, şirketlerin itibarını ve sürdürülebilirliğini belirleyen kritik unsurlardır. Sürdürülebilirlik raporlaması, şirketlerin çevresel etkilerini, sosyal sorumluluklarını ve yönetim uygulamalarını net bir şekilde paydaşlarına sunmalarına olanak tanır. Yatırımcılar, müşteriler, çalışanlar, tedarikçiler, üreticiler/çiftçiler, bir şirketin sürdürülebilirlik stratejilerini anlamak ve değerlendirmek için bu raporlara güvenmektedir. “Şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” gibi anahtar kelimeler, sürdürülebilirlik raporları, işletmelerin de sürdürülebilirliği kültürel bir norma dönüştürmesi için, fırsatlar sunmaktadır.

Ülkemizde bu kültürel değişime öncülük eden işletmeler bulunmaktadır. Bunlardan birisi: Nestle- Kırsal Yaşamları Güçlendirme Programı kapsamında, tarım tedarik zincirinde sürdürülebilirliği işletme kültürlerinin merkezine yerleştiren öncü şirketler arasındadır. Ortak değer yaratma anlayışı ile, bugünün ve gelecek nesillerin yaşam kalitesini artırmak için, gıdanın gücünü ortaya çıkarmaya kararlılar. Faaliyetlerinde besleyici ve sürdürülebilir beslenmeye katkıda bulunmayı, doğal kaynakların korunması, yenilenmesi ve yerine konulması, toplulukların güçlendirilmesine yardımcı olmayı ve sorumlu olacakları rehber rolleriyle, net sıfır emisyon ve ormansızlaştırma içermeyen tedarik zinciri süreçleri için, hem çalışanlarına hem de tarımı birlikte yaptıkları çiftçileri ile geliştirmeyi taahhüt etmişlerdir. 

Anadolu Efes- Tarımda Karbon Ayak İzi Azaltımı Projesi kapsamında; 2010 yılından bu yana uluslararası GRI standartlarıyla yol haritalarını kamu oyu ile paylaşan grup, 2030 yılına kadar Türkiye dahil altı ülkedeki operasyonlarında net sıfır karbon salınımına ulaşmayı vaat etmesiyle birlikte, sözleşmeli tarım modeli ile çiftçilerine, modern sulama, gübreleme ve ilaçlama yöntemlerini sunmaya başlamıştır. “Sürdürülebilir Tarım Projesi” temelinde, tarla bazlı izleme ve veri analizi ile tarlada karbon salınımını azaltmayı başararak, ürün verimliliğinde de %20 oranında artış sağlamışlardır. 

Doğal Besinler ve Zinde Yaşam Kooperatifi (DOĞALZEY), küçük üreticilerin bir araya geldiği özel bir kooperatiftir. Sürdürülebilirlik kültürünü, yerel üretim, şeffaf tedarik ve sıfır atık hedefleri ile geliştirmeye çalışmaktadırlar. Atalık tohumlar ve doğal üretim yöntemlerini kullanmakta olup, paketleme ve dağıtımda plastik kullanımından olabildiğince kaçınmaktadırlar. Böylelikle, tüketiciye izlenebilir ürün bilgisi ve doğrudan üreticiyle doğrudan iletişim kurma imkanını sağlamaları nedeniyle, hem yerel kalkınma modeli olarak hem de v çevre odaklı sürdürülebilirlik için çarpıcı bir örnektir. 

Migros- İyi Tarım Uygulamaları (İTU) Tedarik Programı; 

Türkiye’de de 2010 yılında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın da desteğiyle, bugüne kadar kaliteli, güvenilir ve hijyenik ürünler sunma amacında olan Migros Ticaret AŞ ile birlikte gerçekleştirdikleri proje tüketicilerin kaliteye duymuş olduğu güveni pekiştirmiştir. Tüketicilerden gelen olumlu tepkilere ve talep artışıyla beraber iyi tarım ürününü, iyi et ve tavuk olacak şekilde bitkisel üretimden hayvansal üretime kadar genişletmiş ve Türkiye genelinde, özellikle kooperatiflere de verdikleri destek ile, sürdürülebilir tarımın felsefik bakış açısını geliştirmişlerdir. 

 

Sürdürülebilirlik Kültürünü Yaratmanın Zorlukları 

Sonuç olarak, dünyada olduğu gibi, ülkemizde de pek çok işletme var, ve tüm işletmelerin kendilerine has kültürel yapıları var. Bunlar arasında; İşbirlikçi Klan, Adhokrasi, Bürokratik Hiyerarşi, Rekabetçi Pazar, Müşteri Odaklı, Yenilikçi Adhokrasi, Destekleyici Liderlik, Öğrenen Organizasyonlar Kültürleri bulunmaktadır. Kültürel yapılanma, işletmenin kurucusunun kişiliği ve yönetsel tercihlerine göre şekilleniyor. Zaman içinde, ekip üyeleri ile değişiyor ve günün şartlarına uyum sağlamaya çalışıyor. Ya büyüyor ya da işletmeler kaybolup gidiyor. 

Güçlü kurumsal kültüre sahip olan işletmeler, temel değerlerini kurumsallaştırıyorlar. Yani; çalışan katılımını önemsiyorlar, müşterinin beklentilerine göre üretim yapıyorlar, kapsayıcılık ve çeşitliliği çalışanları için sağlamaya çalışıyorlar, sonuç odaklı çalışmalar ve projeler gerçekleştiriyorlar, öğrenme ve gelişimi öncelikli bir konu olarak ele alıyorlar, şeffaflık ve iletişimi önemsiyorlar ve işletme içinde tüm departmanlar arasında sağlamaya çalışıyorlar, etik ve sosyal sorumluluk öncelikleri arasında, çalışanlarına yetki vererek, onların  özerk çalışmalarına imkanlar sunuyorlar. Bunlar sadece, bir işletmenin uzun dönemde çalışanları, tedarikçileri ve çevresiyle olumlu ilişki kurmaları için gerekli unsurlar. Tüm bunları gerçekleştirmek zor gibi görünse de, sürdürülebilirliği sağlayabilmek için temel şartlar. 

Dünyanın konjonktürü çok hızla değişiyor. Daha esnek ve dinamik bir yapılanmayı gerekli kılıyor. Bu nedenle, işletmelerin kendi kültürel yapılarını yeniden revize etmeleri gerekiyor. Hem acımasız rekabet için, hem de çalışanların ihtiyaçları için. Üstelik bir de iklim krizinin etkileri ile, kaynaklara erişimin daha da zor olacağı bir dönemde, daha çevreci işletmelere ihtiyacımız var. İşletmeler için zorunluluk haline gelen “sürdürülebilirlik raporları” bu açıdan çok önemli. Yapmış olmak için değil, kalıcı olması için değişim şart. İşletmeler tüm paydaşları ile birlikte hareket etmek durumundalar. Tüm paydaşların seslerini duymak zorundalar. Birlikte entegre olmuş, bütüncül bir bakış açısına sahip olarak, doğamızı korumak zorundayız. 

Yeni çıkan İklim Yasası; biyoçeşitlilik ve doğal kaynakların korunmasında, su ve gıda güvenliğinin sağlanmasında, ormanların ve yeşil alanların artırılmasında, yenilenebilir enerji kapasitelerini artırarak enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasında umarım güçlü bir yol haritası sunacaktır. Bu kanun, ülkemizin geleceği kadar, sürdürülebilir tarımın devamı için de önemlidir. Bu kanuna uyacak olan kurumlar, sadece işletmeler değildir. Tüm devlet kurumları, hatta sivil toplum örgütlerinin işleyişlerini bu maddeleri dikkate alarak yönetilmelerini gerekli kılacaktır. Bu nedenle sürdürülebilirlik kültürü denilen, bu kültürel özelliğin içselleştirilmesi bir zorunluluk ve gerekliliktir. 

 

Kaynakça:

Bozlağan, Recep. (2010), “Sürdürülebilir gelişme düşüncesinin tarihsel arka planı”, https://dergipark.org.tr/tr/dowland/article-file/9155:1011-1028. 

Campbell, Scott. (1996), “Green Cities, Growing Cities, Just Cities? Urban Planning and the Contradictions of the Sustainable Development”, Journal of the American Planning Association, Vol 62,No 3, Summer:296-311.

Kula,Erhun. (1998), History of Environmental Economic Thought, Routledge, London.

Larra, Dominique. (1986), “Çevre Yönetimi Konulu Dünya Sanayi Konferansının Sonuçları ve Tavsiye kararları”, Sanayi ve çevre Konferansı, TÇSV, Ankara:26-29.

Meadows, Donella H. Ve vd. (1973), “Limits to Growth: (A report fort he Club of Rome’s Project on the Predicament of Mankind), Twelfth Edition, Universe Books, New York, August.

Schumacher, E.F. (1995), Küçük Güzeldir, Osman Deniztekin (çev)., 3.Baskı, Cep Kitapları A.Ş., İstanbul.   

Paylaş:

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp