Bazen, yeni kavramlar üretmeyi seviyorum. Gelecek beklentilerime uygun olarak, tanımlar geliştirerek, bunun yaygınlaşması için çaba gösteriyorum. Bunun ne kadar etkili olduğunu zaman gösterecek diye düşünüyorum ama itiraf etmem gerekiyor ki, çoğu zaman da umutsuzluğa kapılıyorum.
Tarımın sürdürülebilir olması için, hepinizin bildiği gibi, sektöre gençlerin katılması gerekiyor. Mevcut çiftçi profili ile, bunun devamı pek mümkün değil. Bu nedenle, köylerinden üniversiteye giden tüm gençlerin, yine dede ve nenelerinin tarlasına dönerek daha bilinçli ve kollektif tarım yapmaları şart. Zaten bu nedenle, üçüncü kuşak tanımı üzerine vurgu yapmaya çalışıyorum.
Her şey göründüğü gibi kolay değil, biraz ütopik. Neden mi dersiniz?
Ödemiş’te İlkkurşun Köyü’nde, çok sevdiğim genç bir çiftçimiz var. İsmi Umut Ayberk Akbay. Onu, yaklaşık beş yıldır tanıyorum. İstanbul’da, “Uluslararası İlişkiler”den mezun oldu. Annesi, asla köye dönmesini istemedi. Çünkü, tarımın ne kadar zor ve meşakkatli bir iş olduğunu biliyordu. Sevgili Umut, her evladın yaptığı gibi, İstanbul’da kalmak için uzun zaman çaba gösterdi. Ama hani “toprak çeker ya”, bunun misali, dönmeye karar verdi. İnsanların bulamadığı “temiz gıda”yı üretmek amacıyla döndüğü köyünde, binlerce çiftçiye fayda sağlayabilmek, tarım ve hayvancılığı en doğru şekilde yapmak için “1000Mera”yı kurdu.
Köyde yaklaşık 20 hayvanları vardı, süt işletmeciliği yapıyorlardı. Çiftlikte ilgilenen bakıcı, işleri çok iyi takip etmediği için,süt verimin gün geçtikçe düştüğünün farkındaydı. Çiftliğin ne kadar önemli ve fedakarlık gerektiren bir meslek olduğunun her daim farkındaydı. Bu kadar mücadele isteyen bir meslek grubunun neden bu kadar az para kazandığını da merak ediyordu.
Tarımda ilginç bir jenerasyon farklılığı var ve bu halen devam ediyor. Babalar ve oğullar/kızlar, ne kadar istekli de olsalar, aile reisi işi onlara devretmekten çekiniyor. Ancak, Umut, bu konuda şanslıydı. Babasına: “üretimden elini ayağını çekmesen de, benim istediğim yöntemler ile tarıma gitsen” deme cesaretini gösterdi. İlk başlarda babası karşı çıksa da, zamanla onun önerilerini dinledi.
Her ne kadar tarımın için de yoğurulmuş bir genç olmasına rağmen, tarım bilgisi özellikle yeni teknoloji ile üretim bambaşkaydı. İyi bir finansal okur yazardı, yabancı dil biliyordu ve dünyada çiftçilerin neler yaptıklarını okuyordu. Tarım teknolojilerinin yeni geliştiği bir dönemde, bir firmanın dikkatini çekti. Tarım sensörlerini kullanması için, ona ücretsiz bir istasyon verdiler. Cihaz gerçekten çok faydalıydı, sadece iki kez ilaçlama yaparak sağlıklı patates yetiştirmişti.
Tasarruf ettiği para ile tarım teknolojilerine yatırım yapmaya devam etti. Artık, üretiyor ve yüksek verim elde edebiliyordu.
Yakınlarda bulunan çiftçileri ikna etmeye başladı ve sözleşmeli tarım modeli ile çiftçilerin de kazanmalarını sağlayacağı uzun bir yola çıktı. İşletmesini büyütürken, eğer ürününe katma değer katamaz ise, bu yolun çok kısa zamanda biteceğinin farkındaydı. Bu nedenle kurduğu 1000Mera’nın yanı sıra tüm e-ticaret platformlarında yer aldı. Tüketici grubunu seçmişti, onun hedef kitlesi şehir hayatında sağlıklı ve doğal ürünlere ulaşmak isteyenler olacaktı.
En önemli ürünlerinden biri olan sucuğun hayranları her geçen gün artıyordu. Osmanlı’da artık etlerin değerlendirilmesi için ortaya çıkmış, zamanla bir kültür haline gelmiş olan sucuğun, sakatattan değil antrikottan, bonfileden, kontrfileden yapması durumunda talep göreceğini seziyor ve öngörüyordu.
Sonuç olarak, Umut, hedefini koymuştu 2026’da 7 ülkeye ürünlerini satacaktı. Şu anda bile 1 760 müşteriye ulaşmıştı. 3 yılda yüzde 60 büyümüştü.
Umut’un hikayesi tüm üçüncü kuşak çiftçilerimiz için ilham verici bir hikaye. İstenirse yapılabilir için, bir umut kaynağı.
Dedikten sonra, geçen gün Instegram’da sevgili Umut’un, gece yarısı traktör sürerken izledim. İçim burkuldu. Canım acıdı, ve bu yazım ile hem onun hikayesini hem de tarımın gerçeklerini bir kez daha sizleri düşündürmeye çağırmak istedim:
1)Tarım yapacak çiftçi kalmadı, ama tarımda çalışan işçi yok artık..
2)İşçi olmayınca, tarımı yapan genç çiftçiler, kendi traktörlerini kendi kullanıyor artık…
3)İşçinin olmadığı yerde, onların yerine bu işi yapan tarım aletleri/traktörler gelişti, ancak bunlar da yüksek maliyetli…
4)Tarım aletlerinin bozulması durumunda, bunu yerinde tamir edecek teknik personel yok..
5)Traktörün eğer kliması yok ise, bunu gün boyu kullanmak isteyen kişi de yok..Yani iş başa düşüyor, üretim yapmaya devam etmek isteyen çiftçiye. Gece yarılarında, kendi traktörleri ile topraklarını sürüyorlar..
Traktörün yaktığı yakıttan hiç bahsetmeyeyim, bunu zaten sizler de biliyorsunuz. Bunun girdi maliyetleri, elektrik ve su da cabası…
Gıdamıza sahip çıkmak için, tarımın devam etmesi gerekiyor. Tarımın devam etmesi için, çiftçinin kazanması ve kazandığını da yatırıma dönüştürmesi gerekiyor. Tek başına bir kişinin, on kişinin inatla devam ediyoruz demesi asla yeterli değil. Bu bir koordinasyon, bu bir ekip işidir. Bunun üretim, pazarlama, eğitim gibi çok ciddi konuları vardır.
Devlet politikası olmalı sözleri, sadece bizleri yoracak. Yerel yönetimler destek vermeli denmesi, yine bizim işimizi zorlaştıracak. Ama başka modeller var. Bu modellerin her bölgeye, her çiftçiye uygulanış yöntemi ayrı. Bunu düşünen ve kafa yoran kişiler ile birlikte olunması gerekiyor.
Teşekkürler sevgili Umut, bir genç olarak, bir üçüncü kuşak tarım girişimcisi olarak, yola çıktın ve devam ettiğin için. Dilerim ki, asla pes etmezsin.
Dilerim ki; bu ülkede tarımın, gıdanın, toprağın, suyun önemine inanan kişiler ile yeni yolculuklara başlanabilir.
